UMUDA YOLCULUK

Soğuk bir kış günüydü ama içimizdeki heyecan soğuğu bastırıyordu. Sabahın erken saatlerinden itibaren Ankara’nın sokakları dolup taşmaya başlamıştı. Kadınlar, erkekler, çocuklar… Herkes ellerinde Türk bayrakları ve dillerinde dualarla yollara dökülmüştü. Atatürk geliyordu!

Ben yirmili yaşların başında bir delikanlıydım. Köyden bir grup gençle beraber sabah namazından sonra yola koyulmuştuk. Yüreğimizde umut, ellerimizde köylünün hazırladığı küçük hediyelerle Atatürk’ü karşılamaya gidiyorduk. Yol boyunca herkes aynı konuşuyordu: ‘’O büyük komutan bizi kurtarmaya geliyor.’’ Hava ayaza kesmişti. Beyaz örtüyle kaplı toprak, insan kalabalığının sıcaklığıyla buharlaşıyor gibiydi. Şehrin girişine vardığımızda gözlerime inanamadım. Yaşlısından gencine herkes oradaydı. Kadınlar sırtlarında çocuklarıyla, gençler ellerinde davullarla Atatürk’ü bekliyorlardı. Kalabalığın arasında birkaç tanıdık yüz gördüm ama tanımadığım binlerce gözde aynı duyguyu gördüm: Umut. Sabırsızlanıyorduk. İçimiz içimize sığmıyordu derken uzaktan nal seslerini duyduk. Gözlerimiz sisle kaplı ufka çevrildi. Bir süre sonra Türk bayrağı taşıyan askerler belirdi, arkalarında ise bir otomobil… Kalbin yerinden çıkacaktı öyle ki göğsümde çırpınıp duruyordu.

Atatürk otomobilden indiğinde şehrin meydanında bir uğultu koptu. Herkes elindeki bayrakları sallıyor, kimi dua ediyor, kimi gözyaşlarıyla yere kapanıyordu. Onu ilk gördüğüm an, ne kadar görkemli ve kararlı bir yüz ifadesine sahip olduğunu fark ettim. İnce yüz hatları, parlak gözleri ve dimdik duruşuyla sanki bir insan değil, göklerden gelen bir mübarekti. Hemen çevresinde toplanan köylü kadınlar ona sıcacık elleriyle yaptıkları ekmekler, keçi peynirleri, el emeği göz nuru kilimleri sunuyorlardı. Atatürk her birine tek tek teşekkür etti, ellerini sıktı. Sesi, insanın yüreğine işleyen bir güven ve kararlılıkla doluydu: ‘’Sizin gibi bir millete hizmet etmek, benim en büyük şerefimdir.’’ dediğinde kalabalıktan alkışlar ve sevgi dolu haykırışlar yükseldi. O sırada annem elimi sıkıca tuttu, yüzüme baktı ve dedi ki: ‘’Bak oğlum, bu mübarek sadece bizim için değil; vatanın her karışı için çalışacak. O bizim umudumuz, geleceğimiz. Onun yalnız bırakmayacağız, ölene kadar ardında olacağız.’’ Bu sözlerin manasını o zaman belki anlayamadım ama gözümü de Atatürk’ten bir saniye olsun ayıramadım. O gelmeden evvel belki Ankara yalnız bir şehirdi, onun gelişiyle bu şehir büyüdü, genişledi, bütün bir vatan oldu. Direnişin, uyanışın, kurtuluşun, en çok da umudun sembolü oldu.

Bugün, o anları anlatırken hala içim titriyor. Eğer o gün orada olmasaydım bu kadar büyük bir inançla bağımsızlık hayali kurabilir miydim, bilmiyorum. Ama artık biliyorduk, Atatürk bu milleti ayağa kaldıracaktı ve bizler bu büyük mücadelenin bir parçası olacaktık.

 

 

 ALGAN KAAN KIZILTEPE
   10/D